10.12.2021

KONFERANS ( Dr. Mehmet Nur AKDOĞAN )

                            ŞÎA’DA SAHABE ALGISI VE HZ. ÖMER

             Şia Tanımı Sünnî Kaynaklar “Şîa” kavramı ise daha ziyade, “Hz. Ali’ye tabi olan ve onu diğer sahâbîlerden üstün tutan fırka” olarak öne çıkmıştır. Sünnî kaynakları esas alarak daha kapsamlı bir tanım yapılacak olursa şöyle denebilir: “Şîa, Hz. Ali ve evlatlarının izinden giden onların velayetini kabul eden, Hz. Ali’nin, Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olduğunu benimseyip kendisi ve çocuklarının imâmete en layık kişiler olduğu ve bunun, onlardan başkasına nakledilemeyeceğini düşünen, Hz. Ali’nin imâmetini/hilâfetini de nass ve vasiyet üzere kabul eden kimselere denir.”

            Şiîliğin Ortaya Çıkışı:

            1. Şiîlik, Hz. Peygamber’in sağlığında onun vasıtasıyla ortaya çıkıp gelişmiştir.

            2. Şiîlik, Hz. Peygamber’in vefatının hemen ardından Sakîfe toplantısında ortaya çıkmıştır.

            3. Şiîlik, Hz. Osman dönemindeki fitne olayları ile ortaya çıkmıştır. Hz. Osman’ın şehid edilmesinden sonra Müslümanlar; Hz. Ali ve Hz. Muaviye taraftarları olmak üzere iki gruba ayrılmışlar ve Hz. Muaviye’nin hilâfeti ele geçirmesinin ardından “Şîa” adı sadece Hz. Ali taraftarları için kullanılmıştır.

            4. Bir başka görüşe göre Şiîlik, Hz. Osman’ın şehadetinin ardından onun katillerinin bulunması amacıyla başkaldırılması sonucu meydana gelen Cemel ve takip eden olaylar sırasında Hz. Ali taraftarları için kullanılma ya başlamıştır. Ayrıca Sıffîn’de meydana gelen Hakem Olayı ve sonrasında teşekkül eden Haricîler ile mücadelenin de Şiîliğin zuhurunun kaynağı olduğu rivayet edilmiştir.

           5. Şiîlik, Hz. Ali’nin şehid edilmesinden sonra Muaviye otoriteyi ele geçirip Hz. Hasan ona biat edince ortaya çıkmıştır.

           6. Şiîlik, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da şehid edilmesinin ardından ortaya çıkmıştır.

           7. Şiîlik, hicrî birinci asrın sonlarına doğru, nass ve tayin akidesi ile birlikte ortaya çıkmıştır.

             Şîa’ya göre Ehl-i Sünnet’in anladığı tarzda, şer’î ve ıstılahî anlamda bir sahâbî tanımı yoktur. Onlara göre lügat ve genel örf nasıl tanımlıyorsa anlamı odur. Dolayısıyla Ehl-i Sünnet’in anladığı anlamda “ashâb ve sahâbe” kavramları Hz. Peygamber’in arkadaşlarına, yine Ehl-i Sünnet mensupları tarafından konulmuş bir isimdir. Şiî bazı müellifler “ashâb” kelimesini “uzun süreli arkadaşlık yapan ve bir yerde uzun süreli kalanlar” şeklinde tanımlamışlardır.

            Şîa, sahâbî tanımı üzerinde uzun uzadıya durmamıştır. Onlar daha çok sahâbîlerin adaleti konusuna ağırlık vermişlerdir. Bu sebeple onlar için sahâbî olmak büyük bir erdemdir; fakat dokunulmazlık demek değildir. Sahâbe, tabiîn ve sonraki nesil aynıdır. Sahâbî olmak kişiye masumiyet kazandırmaz. Sahâbîler arasında adil ve bilge insanlar olduğu gibi, münafık ve asi olanlar da vardır.  Onlara göre bir kişinin münafık olup olmadığını bilebilmek Allah’a mahsustur. Ancak, Şîa’ya göre bir sahâbînin adaletinin kıstası Hz. Peygamber’in hadisinde belirtildiği üzere “Hz. Ali’yi sevmek veya ona buğzetmek”tir.

            Sünnî kaynaklarda genelde aşere-i mübeşşere; özelde ise ilk üç halîfe, en büyük iltifatlara mazhar görülürken; Şîa kaynaklarında ise, bu isimler en ağır eleştirilerin odağında bulunurlar. Ehl-i Sünnet’e göre ilk üç halîfe dönemi İslam’ın sınırlarının genişlediği, İslam öğretilerinin uygulandığı ve pek çok olumlu gelişmenin yaşandığı zaman dilimleridir. Şîa nezdinde ise ilk üç halîfe döneminin diğer dönemlerden ayrılan hiçbir tarafı yoktur.

             Ehl-i Sünnet literatüründe imâmet ve hilâfet aynı anlamlarda kullanılırken Şîa’da imâmet, meşru devlet başkanlığı; hilâfet ise iktidarı fiilen elinde bulunduran yönetim için kullanılır. Bu nedenle Şîa’ya göre ilk üç halîfe ile Emevî ve Abbasî devlet başkanları imam değil halîfedirler. Şiî müellifler, ilk üç halîfe döneminde imamın Hz. Ali olduğunu, bununla beraber onun takıyye yaparak iktidar ile iyi geçindiğini iddia ederler

            Şîa’nın, Hz. Ebû Bekir’i eleştirmesinin temelinde yatan bazı sebepler vardır. Bunlar arasında öne çıkan iddiaları şöyle sıral ayabiliriz:

           1-) Hz. Ali’nin hilâfeti hakkında naslar varken Hz. Ebû Bekir gasp yoluyla Sakîfe’de, Hz. Ali henüz Hz. Peygamber’in techiz ve tekfin işleriyle uğraşırken, alelacele hilâfeti ele geçirmesi.

            2-) Hz. Peygamber tarafından Hz. Fatıma’ya bırakılan Fedek arazisine el koyması .

             3-) Hilâfeti hakkında kesin nass olan Hz. Ali varken kendi yerine Hz. Ömer’i halîfe tayin etmesi .

            Bu sayılanlar dışında, Hz. Fatıma’nın evini yaktırmaya teşebbüs etmesi iddiası, Hz. Peygamber’in, hiç kimsenin kendisinden geri kalmamasını emretmesine rağmen Hz. Ebû Bekir’in Üsâme Ordusu’na katılmaması, Halid b. Velid’e Malik b. Nüveyre konusunda had uygulamaması vb. konular da yer almaktadır.

           Şiî kaynaklarda “Asken”, “Na’sel” ve “Sevru Benî Ümeyye” gibi lakaplarla anılan Hz. Osman bir çok konuda eleştirilmiştir. Bunların başında layık olmadığı halde halîfe seçilmesi dile getirilmiştir.

        -  Bunun yanında akrabalarını başkalarına tercih etmesi

        -  Şîa’ya göre Hz. Peygamber; Mervan ve babası Hakem b. Ebi’l-As’ı sürgüne göndermesine rağmen Hz. Osman’ın onları Medine’ye geri getirmesi

        -  Ehil olmayan ve güvenilmez insanları şehirlere, yakınları olması gerekçesiyle vali tayin etmesi

        -  Hz. Peygamber’in kızı Ümmü Külsûm’ün, Hz. Osman’ın dövmesi neticesinde vefat ettiği.

        -  Hz. Peygamber’in vefatının ardından onun hanımlarından Ümmü Seleme ile evlenme düşüncesinin olduğu, bunun üzerine Ahzab Suresi’nin 53. ayetinin indiği iddiası

        -  Hz. Osman’ın Hz. Ali ile aralarındaki bir arazi meselesinde Hz. Peygamber’in hakemliğine razı olmadığı, onun yerine Yahudi İbn Ebî Şeybe’nin hakemliğini taleb ettiği, bunun üzerine hakkında Nur Suresi’nin 47-50. ayetlerinin indiği iddiası

       -  Diğer bazı eleştiriler: Hz. Osman, beytü’l-malden kendi akrabalarına çok miktarda bağışlarda bulunmuştur. İlk iki halîfede olduğu gibi onun da ahkam konusundaki bilgisi zayıftı. Bu nedenle de cuma günleri ikinci ezanı okutmuştur. Hac için yola çıktığında, iki rekat kılması gereken namazı dört rekat kılarak dinde olmayan şeyler ihdas etmiştir. Ayrıca onun talimatıyla Kur’an çoğaltılmış, Ebû Zer, Rebeze’ye sürgüne gönderilmiştir.

               Şiîlik, İmâmiyye başta olmak üzere bütün kollarıyla Hz. Ali hakkındaki tasavvurları nedeniyle ayrı bir fırka halinde teşekkül etmiştir. Ehl-i Sünnet ise, diğer üç halîfeye gösterdiği saygıyı Hz. Ali’ye de göstermiş ve onu dördüncü raşid halîfe olarak kabul etmiş ve İslam ümmetinin ortak bir değeri olarak görmüştür . Hz. Ali, Hz. Peygamber’in hem amcaoğlu hem de damadıdır. Derin ilmi, zühd ve takvası, cesareti ile meşhur bir sahâbîdir. O, kendisinden önceki halîfelerin istişare ettikleri isimlerin başında gelmiş ve bazı kay naklarda Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer döneminin müftülerinden olduğu belirtilmiştir. Ancak Şîa için Hz. Ali, sahâbî ve halîfe olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadır.

             Şiî müellifler e göre Hz. Ali sahâbenin en faziletlisidir, hatta onun faziletini ifade etmede kavramlar kifayetsiz kalmaktadır. Öte yandan Şîa, Hz. Ali’nin en çok Hz. Peygamber’e yakınlığı, cesareti ve ilmine özellikle vurgu yapmaktadır. İmamın nass ile tayini Şîa’nın inanç esaslarındandır. Bu itibarla Hz. Peygamber zamanında gerek açık gerekse ima yoluyla tayin edilen ilk imam da Hz. Ali’dir. Diğer halîfeler ise onun hakkını gasp etmişlerdir. Şîa, bu görüşlerini desteklemek amacıyla ayet, hadis ve tarihî olaylardan çeşitli deliller getirmektedir. Bunlar arasında en fazla dikkat çekenler şunlardır:

          -  Ziyafet Hadisi

          -  Muahât Meselesi

         -  Menzile Hadisi

          -  Gadîr-i Hum Rivayeti

          Sonuç olarak,  Hz. Ömer hakkında oluşturulan olumsuz tasavvura neden olan dört ana gelişme tespit edilmiştir:

         -  Bunlardan ilki, Hz. Ömer algısının köklerini, yani olguları tespit ederken ilk olarak karşımıza çıkmaktadır. O da Kırtas Olayı’dır. Zira burada Hz. Ömer en önemli figürdür ve Hz. Peygamber’in, Şîa’nın iddia ettiği şekliyle, Hz. Ali’yi yerine bırakması ve onu hilâfet için tayin etmesini engellemiştir. Bu olay, onlar için Hz. Ömer’in en büyük suçlarındandır.

            -  İkincisi, Sakîfe Olayı’nda Hz. Ebû Bekir’i halîfe seçmesidir. Zira o, bu işi daha önceden ayarlamış ve ona ilk biat eden kişi olmuştur. Oysa Şîa’ya göre, eğer Hz. Ömer böyle bir tavır içine girmemiş olsa hem ensar hem de muhacirlerin çoğunluğu Hz. Ali’yi seçeceklerdi.

            -  Üçüncüsü, İran bölgesinin Hz. Ömer’in emriyle fethedilmiş olmasıdır.

            -  Dördüncüsü ise, Hz. Ömer’in, yaptığı icraatlarla ve Sünnî toplumda ona karşı beslenen sevgiyle öne çıkmış olmasıdır. Şîa, Hz. Ali’ye karşı onu rakip olarak görmektedir.